Aziz DAĞTEKİN Yazdı
Eskiden kulaktan kulağa yayılan bir laf vardı. Sol belediye sağ taşerona iş verir, sağ belediye de solu kollardı. Çünkü siyasi bayraklar farklıydı ama çıkar ilişkisi tek renkti. Kırmızı değil, mavi değil, yeşilin tam ortasıydı para!
Zamanla bu sistem evrim geçirdi. Artık arka kapıdan çevrilen işler ön kapıdan yürütülüyor. Rüşvet pazarlıkları WhatsApp grubundan yapılıyor, fatura kesilecekse QR kodlu. Şu son dönemde yaşananlar, kelimenin tam anlamıyla “taşeron mafyası ile el ele ihale valsi”ydi. İsimler tanıdık. Avcılar’da Çaykara, Gaziosmanpaşa’da Bahçetepe, Ceyhan’da Aydar, Seyhan’da Oya Tekin… Liste uzayıp gidiyor.
Gündemleri park yapmak, ulaşımı ucuzlatmak değil. Soruşturma dosyaları, tapeler, ihaleler, örgüt ilişkileri… Bütçesi olmayan belediye, ödemesi geciken taşerona ağlıyor, ama başkan yardımcısı son model cipten inip Rolex’ini düzeltiyor. Demek ki para eksik değil, sadece yönü ters. Kasa halka değil, akraba şirketlere çalışıyor.
Bu tabloya bakan biri “bu belediye borç içinde” değil, “bu belediye borçtan kar ediyor” sanır. İçinden çıkılması güç bir trajediyi, trajikomediye çeviren detaylar da cabası. Rüşveti alanların hukukçu olması, örgütle anılanların sosyal demokrat kimliği, nutuklarını Atatürk posterinin önünde atanların yandaşa kıyak çekmesi… Sağ cenahta da tablo farklı değil. “Hizmet adamı” diye tanıtılanlar, oğullarını şirket patronu yapmış, kamu işlerini aile işletmesine çevirmiş. Planlar öyle kurnaz ki, vampir romanı yazsan bu kadar olmaz. Plazalarda yapılan gece toplantıları, belediye odalarında sessizce dolaşan çantalar, yurtdışında açılan hesaplar… Geçmişte kapı aralığından fısıltıyla yürüyen işler şimdi yüksek sesle, alkışlarla yapılıyor.
Bazı belediyelere girişte “halk için hizmet” değil, “çanta varsa ihale hazır” tabelası asılsa yadırganmaz. Bu kirliliği dışarı sızdıran ise, sistemin içinden biri. Aziz İhsan Aktaş, yıllardır aynı sofrada oturduğu isimleri tek tek sayıyor. Etkin pişmanlığa sığınmış. İçeride sular ısınınca, çark dönerken herkesi tanıyan fare ilk gemiden atlamış. Koltukta oturanların çoğu bu çarkın yağını yutmuş. Ama biri konuşmaya başladığında çark dişlileri dağılıyor. Ne yapılmalı?
Her şeyden önce rüşvetin solcusu, sağcısı olmaz. Yolsuzluk kimlik sormaz. Elini beytülmale uzatan her kimse, ister plaza solcusu olsun ister makam arabalı muhafazakâr, hukukun tokadı aynı ağırlıkta inmelidir. Adalet, rozet tanımaz.
Bir başka çözüm önerisi de seçim öncesi testler olabilir. Başkan adayları bir hafta boyunca asgari ücretle yaşamak zorunda kalsa, gerçekleri daha iyi görür. Yalan makinesinden geçen geçer, geçemeyen gider taşeron şirket kurar, en azından doğrudan belediyeden ihale almaz. Bugün gelinen noktada, “devletin malı deniz, yemeyen domuz” lafı artık halk arasında söylenen bir söz değil. Bu, yolsuzluk düzeninin reklam cümlesinin öznesi haline gelmiş. Fakat herkes uyumuyor artık. Sıradan vatandaşın, ekmeğini büyütemeyen esnafın, işe giremeyen gencin gözü açıldı. Çarkı çevirenleri tanıyorlar. Belediye binasındaki koltuk ne kadar büyük olursa olsun, ar damarı kadar sağlam değildir. O yüzden kimse kendisini sistemin vazgeçilmezi sanmasın. Halkın vicdanı bir gün döner, o tokat kimseyi es geçmez.
Unutulmamalıdır ki hiçbir sistem, içinde taşıdığı çürümeyi sonsuza dek gizleyemez. Gün gelir, en kalın dosyalar raflardan iner, en gizli konuşmalar mikrofona dönüşür. O gün geldiğinde, belediye kapılarından içeri çantayla girenler, halkın önünde hesap çantasını taşımak zorunda kalır. Çünkü çark sonsuza dek dönmez; ama adalet bir gün mutlaka yönünü bulur.
Rüşvetin rengi olmaz; ne ideolojiye sığınır, ne nutukla aklanır. Solcusu, sağcısı yoktur yolsuzluğun. Yalnızca susanları ve karşısında duranları vardır. Eğer bu kirli düzen devam ederse, kaybeden sadece belediye kasaları değil, bu ülkenin geleceğidir. Çünkü bir şehirde adalet eksikse, parklar da eksik olur, okullar da, temiz su da, huzur da…
O yüzden asıl ihtiyaç duyduğumuz şey, yeni bir ihale değil, şeffaf yeni bir ihale kanunu ve ahlak düzenidir. Koltuk için değil, vicdan için siyaset yapanlar, dostlar sofrası kurmak yerine halk sofrasına oturanlar gereklidir. Çünkü bu düzenin karşısında en büyük tokat, ne bir savcı kararıdır ne bir ihbar mektubu. En büyük tokat, halkın uyanmış vicdanıdır.
Ve o vicdan, bir gün döner. Döndüğünde koltuk da devrilir, cip de durur, Rolex de zamanı gösteremez olur.
Herkes için geçerli olan bir tek gerçek kalır geriye, Beytülmale uzanan el, er ya da geç kırılır.