Aziz DAĞTEKİN Yazdı
Türkiye’de son yıllarda, ardı arkası kesilmeyen “Kürt sorunu” tartışmaları bir kez daha uluslararası aktörler tarafından hem ısıtılıp ısıtılıp hem de körüklenerek servis ediliyor. ABD, İsrail ve AB, Türkiye’yi olmayan “Kürt sorununu çözmeye” çağırıyor. Ama mesele, görünenden çok daha derin ve tehlikeli. Çünkü bu masalın içinde başka bir art niyet yatıyor. Bu art diyetin içeriğinde Türkiye’yi bölme, zayıflatma ve hatta parçalama çabası… Peki, PKK’nın silah bırakma süreci, gerçekten bir barış çağrısı mı, yoksa bir kabuk değişikliği mi? Bu kim ne kadar merak edip sorguluyor bilmek lazım.
PKK’nın 12. Kongresi’nde, örgütün silahlı mücadeleyi sonlandırdığı ve “demokratik siyaset” yoluna gideceği iddia edildi. Hemen ardından gelen açıklamalarda, PKK’nın içyapısını feshedeceği ve gelecekteki faaliyetlerini bebek katili Abdullah Öcalan’ın liderliğinde, silahlı olmayan yöntemlerle sürdüreceği duyuruldu. Ancak bu açıklamaların gerçekliği ve samimiyeti sorgulanmalı. PKK, silah bırakıyor olabilir ama silahın ardında ne kadar karanlık bir yapı, ne kadar derin bağlantılar ve ne kadar ölümcül hedefler olduğu unutulmamalıdır.
PKK sadece silahlarını bırakmakla kalmamalıdır, tüm aparatlarını, özellikle de siyasi ve sosyal uzantılarını da feshetmeli ellerindeki silah ve mühimmatları, örgütün tüm stratejik verilerini Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin gözetiminde imha etmelidir. Çünkü PKK’nın “silah bırakması” tek başına, örgütün devletin birliğini tehdit eden eylemlerini sona erdirmez. PKK’nın siyasi kanadı, yerel örgütleri ve şehir içindeki hücreleri, bu tür beyanların ardından da faaliyetlerini sürdürmeye devam edebilir. Bugüne kadar onlarca kez gördük ki, PKK silah bırakmış gibi göründüğünde, yerine başka bir isim, başka bir maske, başka bir strateji alır. Silahlarını bırakmış olabilirler, ama bu, gerçekte bir “yeniden yapılanma” sürecinin başlangıcı olabilir.
Unutmamak gerekir ki; PKK’nın tarihsel olarak en temel hedefi, Türkiye’nin üniter yapısını parçalamaktır. İlk günden beri, “Kürt halkı” adına başlattığı, aslında Kürtlerle alakası olmayan bu silahlı başkaldırma eylemi Türkiye’nin toprak bütünlüğüne karşı yapılmış bir isyandır. Bu gerçeği görmek, siyasi söylemlerle gölgelense de, asla değişmeyecek bir gerçektir. Bugün PKK, silahlı eylemlerini sonlandırmaya karar vermiş olabilir, ancak biz bu girişimi sadece bir zaman kazanma ve stratejik yeniden yapılanma hamlesi olak okuyoruz. Çünkü PKK’nın zihniyetini, hedeflerini ve amaçlarını değiştirmediği sürece, bir kabuk değiştirerek aynı amaca hizmet etmeye devam edeceği kesindir.
Şu an, bu örgüt adeta bir halefiyet sürecindedir. Silah bırakılması bir anda, PKK’nın gerçekte tüm ideolojik, kültürel ve sosyal aparatlarını da feshetmiş olduğu anlamına gelmez. Yarın bir gün, PKK’nın siyasi kanatları, adını değiştirip, aynı hedeflere ulaşmak için başka bir yapı altında tekrar sahneye çıkabilir. İşte bu yüzden, PKK’nın yalnızca silah bırakması değil, tüm “terörist aparatları“nın da sona erdirilmesi gerekmektedir.
İngiliz’in planlayıp kurguladığı, Amerika, Avrupa Birliği ve İsrail gibi Siyonistlerin Türkiye’nin bu iç meselelerine dair seslerini yükseltmeye devam ediyorlar. “Kürt sorunu” gibi süslü ve masum bir söylemle, Türkiye’ye karşı baskı kurmaya çalışıyorlar. Oysa mesele, “Kürt sorunu” değil, Türkiye’nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü tehdit eden dış müdahalelerdir. Bu ülkeler, PKK gibi yapıları desteklemekle kalmıyor, aynı zamanda Türkiye’yi zayıflatmak ve bölmek için bu örgütlerin varlığını meşrulaştırmaya çalışıyorlar.
ABD ve AB, bu tür söylemlerle, aslında çok daha derin bir stratejinin parçası olarak hareket ediyorlar. Bu strateji, Türkiye’yi içeriden bölmek, zayıflatmak ve sonunda tamamen etkisiz hale getirmektir. Bu tür dış müdahalelerin masum olmadığını görmek, Türkiye’nin ulusal güvenliği ve birliği için kritik öneme sahiptir.
Türkiye’deki Kürt halkı, asla bir “sorun” olarak görülmemelidir. Sorun, PKK gibi terörist örgütlerin Türkiye’nin birliğini tehdit etmesidir. Küresel aktörlerin, Türkiye’yi bölmek için kullandığı “Kürt sorunu” söylemi, sadece bir masaldan ibarettir. Bu masalın içinde, bir yanda barış ve demokrasi vaatleri, diğer yanda bölünme ve kaos var. Türkiye, sadece PKK’nın silah bırakmasını bekleyerek bu tehlikeden kurtulamaz. Silahlar bir kenara konulsa bile, PKK’nın her türlü aparatının, her türlü stratejisinin son bulması gerektiği aşikârdır.
PKK’nın “silah bırakma” süreci, bir nevi ilizyonlardan ibarettir. Bu süreç, asla Türkiye’yi bekleyen gerçek tehlikeyi ortadan kaldırmaz. PKK, sadece silah bırakmakla kalmamalı, kendisini tamamen feshetmeli ve tüm faaliyetlerini sonlandırmalıdır. Aksi takdirde, dünya bir kez daha Türk milletini, “Kürt sorunu” diye adlandırdığı, içeriden ve dışarıdan yürütülen büyük bir oyunun içinde bulacaktır. Ve bu oyun, tarihî olarak daima Türkiye’yi parçalamaya yönelik olmuştur. Bu nedenle, Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü savunmak, sadece bir güvenlik meselesi değil, aynı zamanda bir ulusal kimlik meselesidir. Bu ‘barış söylemiyle’ kamufle edilmiş hikaye iyi okunmalı ve atılacak adımlar iyi hesap edilmelidir.