Aziz DAĞTEKİN Yazdı
Türkiye siyasetinin en kırılgan dönemlerinden birinde, halkın sorunlarını gölgede bırakacak bir tartışma daha patladı: Kemal Kılıçdaroğlu ile Uğur Dündar polemiği…
Ama gelin görün ki tartışmanın özü, bir sosyal medya paylaşımının çok ötesinde.
Bugün görüyoruz ki, yıllarca “dürüst, tarafsız ve duayen gazeteci” diye alkışladığımız isimler, siyasetin tam göbeğinde, hatta kavgaların fitilini ateşleyen tarafta saf tutuyor. Gazetecinin işi gerçeği aramak, soru sormak ve halka ışık tutmaktır. Ancak Uğur Dündar, “yorum” adı altında linç kültürüne meze olacak ifadelerle halkı yanıltmayı tercih etti.
Kemal Kılıçdaroğlu, kendisine atfedilen sözleri açık açık yalanladı. “Benim ağzımdan çıkmayan bir cümleyi bana yamayamazsınız!” dedi. Ve haklıydı. Çünkü bugün siyaseti kaynayan bir kazana çeviren şey, tam da bu: iftira, dedikodu ve manşet uğruna çarpıtılan sözler.
Ama asıl mesele şu!
Gazeteci dediğin hakemdir, oyuncu değil. Taraf tutmaz, oyuna girmez. Oysa Uğur Dündar, “Demek ki CHP doğru yolda” paylaşımıyla hem söylemediği bir sözü Kılıçdaroğlu’na yamadı, hem de kendi siyasi tercihlerini ortaya döktü. Bu, gazetecilik değil, tribün amigoluğudur.
Ve sonra olan oldu. Kılıçdaroğlu, “ıslah olmaz muhterisler” diyerek gerçeği yüzüne söyledi. Çünkü bazen en büyük kepazelik, yıllarca halkın gözünde tarafsız maskesiyle dolaşmak, sonra o maskeyi çıkarıp siyaset meydanına atlamaktır.
Uğur Dündar’ın “Yıllarca böyle birini desteklemiş olmam kepazelikmiş” çıkışı ise, kendi itirafıdır. Evet, kepazeliktir! Çünkü gazeteci siyasetçiyi desteklemez, eleştirir ya da sorgular. Onu baştacı edip sonra aşağı çekmek, halkı kandırmaktır.
Bugün Kılıçdaroğlu’nun yaşadığı saldırı, aslında Türkiye’de siyasete dürüst kalmaya çalışan herkesin yaşadığı saldırıdır. Yıllarca halkı için mücadele etmiş, alnı açık, eli temiz bir siyasetçinin kişisel hırslarla linç edilmesine “gazetecilik” diyemeyiz.
Gerçek gazetecilik, halkın derdini konuşmaktır. Emeklinin açlığını, işsizin çaresizliğini, gençlerin umutsuzluğunu gündeme taşımaktır. Ama köşesinden, ekranından “demek ki doğru yoldasınız” diye kinayeler savurmak, sadece siyaset bezirganlığıdır.
Bugün yaşanan tartışmanın özünde sadece iki isim yok: mesele, Türkiye’de hakikatin mi yoksa şahsi hesapların mı kazanacağıdır.
Kemal Kılıçdaroğlu, yıllarca “dürüstlük abidesi” diye desteklediği bir gazeteci tarafından “kepaze” ilan ediliyor. Peki, neden? Birdenbire mi “kepazelik” oldu? Dün övülürken bugün yerin dibine sokulmasının tek açıklaması var: Uğur Dündar kendi hırslarına yenildi.
Bu noktada şu soruları sormak mecburiyetindeyiz:
Gazeteci kılığına bürünüp siyaset yapan kim?
Halkın haber alma hakkını savunmak yerine, siyasi kavgaların maşası olan kim?
Doğruları aktarmak yerine, iftiralarla gündem yaratmaya çalışan kim?
Kılıçdaroğlu’nun “ıslah olmaz muhteris” ifadesi tam da buraya oturuyor. Çünkü mesele, bir gazetecinin öfkesinden çok daha büyük. Mesele, halkın umutlarını karalamaya çalışan bir zihniyet meselesidir.
Uğur Dündar’ın niyeti açıktır. Tarafsızlığını kaybeden bir gazeteci, iktidar oyunlarının taşeronluğuna soyunmuştur. Oysa tarafsızlığı yitiren, kamuoyunun güvenini de yitirir. Halkın gözünde “duayen” değil, sadece bir figüran olur.
Bugün Kılıçdaroğlu’na sahip çıkmak, sadece bir siyasetçiye değil, dürüstlüğe, ahlaka, umuda sahip çıkmaktır. Çünkü linç edilen kişi değil, onun temsil ettiği siyaset anlayışıdır. Bu ülkede hala temiz kalmaya çalışan bir damar varsa, işte o damara saldırılıyor.
Şunu unutmayalım!
Asıl kepazelik, halkın umudunu kirletmektir.
Asıl muhterislik, kendi egosunu halkın iradesinin önüne koymaktır.
Asıl niyet, halkı gerçeğin peşinden değil, şahsi kinlerin peşinden sürüklemektir.
Eğer bugün Kılıçdaroğlu yalnız bırakılırsa, yarın halkın sesi de yalnız kalacaktır. Ama sahip çıkılırsa, bu ülke hala umudunu kaybetmeyecek.