Aziz DAĞTEKİN Yazdı
Dünkü Cuma hutbesi bir nasihat değil, adeta bir haykırıştı. Diyanet, minberlerden sadece bir vaaz okumadı. Diyanet, ümmetin, milletin ve devletin üzerine sinmiş büyük bir utancı ortaya koydu. Kamu hakkına el uzatmanın nasıl bir vebal, nasıl bir zillet, nasıl bir cehennem kapısı olduğunu bir kez daha, yüksek sesle hatırlattı. O hutbe bugün yalnızca camilerde değil; adliyelerde, belediyelerde, şirketlerde, çiftliklerde, ekranlarda, sosyal yardım kurumlarında yankılanmalıydı. Çünkü bahsi geçen konu, yalnızca ahlaki bir nasihat değil; doğrudan kul hakkıydı, doğrudan Allah’ın hesabıydı. İşte bu nedenle bu yazı, sıradan bir köşe yazısı değil. Bugünkü hutbenin gölgesinde yazılmış, hakikatin altını çizen bir çağrıdır. Artık yazma değil, silkelenme zamanıdır. Ben bu yazıyı kaleme almak istiyorum çünkü kamu hakkına ihanet edenlerin bu dünyada refahla, ahirette azapla yaşadığı bir düzende artık kelimelerin susmaya hakkı yok.
Kimi üç kuruş fazla almak için, kimi kendine veya yakınına kıyak geçmek için, kimi işini kolaylaştırmak, kimi cebini şişirmek, kimi de sadece herkes yapıyor diye… Herkes bir yerinden elini sokmuş kamuya ait olana. Ortak sofraya uzatılan eller artık tok değil, açgözlü. İnsan utanmasa yediği yemeğin faturasını da yetimin sırtına keser hale geldi. Oysa kamu hakkı, öyle basit bir mesele değil. Sadece adliyelik bir suç, sadece etik bir problem değil. Bu, Allah katında ağır bir vebal, ahirette sırtımıza yüklenecek taş, cehennem ateşini tutuşturan kıvılcımdır.
Bugün adalet arayan gençler, torpil listelerine takılıyor. Liyakatle değil, tanıdıkla ilerleyen bir düzen, geleceğimizi çalıyor. Devlet desteğini gerçekten ihtiyacı olan değil, bağlantısı olan alıyor. Sahte boşanmalarla dul maaşı kapanlar, olmayan tarlayı varmış gibi gösterip devleti dolandıranlar, vergi kaçırmak için naylon fatura düzenleyenler, engelli indirimiyle araba alıp kendine statü katanlar… Bunların hepsi tek bir çuvalda toplanıyor: Kamu hakkı gasbı. Adı bu. Ve bu suçun cezası sadece dünyada utanç değil, ahirette azaptır.
Peygamberimiz (s.a.s.), Hayber günü şehit olan bir Müslüman için, Onu cehennemde gördüm; kamu malından aldığı bir hırka yüzünden buyurdu. Düşünün, savaşta canını vermiş, ama kurtulamamış. Çünkü üzerinde başkasının hakkı, ümmetin malı var. Şimdi soruyorum: Kaç kişi haramla aldığı arabayla övünürken aslında ateşten bir gömlek giymekte? Kaç kişi maaşını şişirmek için saatleri kaydırırken aslında kıyamet terazisini oynatmakta? Kaç kişi bilerek gerçeği saklayarak devleti kandırdığında sadece kâğıt üzerinde bir yalan değil, Allah’a karşı bir isyan yazdırmakta?
Bu milletin çorbasında hepimizin kaşığı var. Senin kaşığın büyük, ötekininki küçük diye fazla içmeye kalkarsan, sofrada bereket değil, haksızlık büyür. Ve bu düzen bozulduğunda, en çok o sessiz kalanlar zarar görür. Çünkü kamu hakkına saldırı, sadece devlete değil, ümmete ihanettir. Beytülmal; sadece bugünün değil, yarının da hakkıdır. Doğmamış çocukların rızkıdır. Garibanın umudu, yetimin gözyaşıdır. Onu haramla lekelemek, sadece bir suç değil, bir neslin duasını kaybetmektir.
Bu çağda rüşvet, torpil, yolsuzluk sadece bir haber değil, bir felaket. Herkesin normalleştirdiği bu çürüme, toprağın altına girince geri gelir. Ölenin ardından, İyi insandı denir ama kamu hakkıyla toprağa giren biri için meleklerin söyleyeceği tek şey vardır: Getirdiği ateşi nereye koyalım? Çünkü kul hakkıyla yaşanır, ama kamu hakkıyla ölünmez.
Artık bir şeyler değişmeli. Hicri 1447’ye sadece yeni bir yıl gözüyle bakmak değil, yeni bir vicdan olarak yaklaşmak zorundayız. Herkesin içinden geçen şu cümleyle yüzleşme vakti geldi: Ben kimin hakkını yedim, kimin vebalini aldım? Bu yüzleşme olmadan yapılan hiçbir dua, hiçbir ibadet, hiçbir sadaka tam değildir. Zira haramla kurulmuş bir hayat, zikirle değil, tövbeyle temizlenir.
Bu yazı sadece bir metin değil, bir çağrıdır. Devletin kasası senin cüzdanın değil. Yetimin hakkı, senin torpille hak ettiğin değil. Kamu malı; kimsenin babasının malı hiç değil, Allah’ın emanetidir. Bu yazıyı okuyan herkes bilsin ki; kamu malına dokunan, doğrudan cehennemin kapısını aralar. Az yemeyi öğrenmeyen, azap çekmeyi öğrenir. Az kazanmayı kabullenmeyen, sonunda çok kaybeder.
Unutma! Ölüm gelir, kazandığın her haramla hesap gelir. Ve orada Ben bilmiyordum cümlesi geçmez. Tek bir sahte imza, bir ömür ibadeti silmeye yeter. Çünkü Allah katında hak, hileyle alınanı affetmez. Yarın toprağa girdiğinde, üzerine kapanan toprak bile seni utançla örter. Kamu hakkını yani beytü`l-mâlı çiğneyerek ölenin arkasından rahmet değil, lanet konuşur. Ve sen, cebini doldurduğunu sandığında cehennemi dolduruyorsun. Göz göre göre…