Aziz DAĞTEKİN Yazdı
Bu gün makaleme “Kadını utanan, erkeği kıskanan bir milletin hikâyesi” ile başlamak istiyorum. Türk milletinin mayasında aile vardır. Her şeyin başı, her neslin temel taşıdır aile. Bir toplumun sağlamlığı, o toplumun aile yapısının sağlıklı işlemesine bağlıdır. Bu bağlamda Türk aile yapısı; kadının edebiyle, erkeğin de koruyucu kıskanmasıyla şekillenmiş köklü ve güçlü bir yapıdır. Kadını utanan, erkeği kıskanan bir milletiz biz. Bu bir arıza değil; tersine bir fazilettir. Çünkü burada edep ve iffet vardır. Burada sevgi vardır, emek vardır, vefa vardır, sadakat vardır. Aile dediğimiz şeyin anlamı da zaten tam olarak budur.
Şairin dilinden dökülen “Seni elden sakınırım, kıskanırım” mısraları, kıskanmanın nefsin değil, sevginin ve sahiplenmenin tezahürü olduğunu gösterir. Türk erkeği, sevdiğini korur; ama bu koruma tahakküm değil, emanete sahip çıkmaktır. Türk kadınıysa utangaçtır, edebindendir bu. Gözünü sakınır, lafını ölçer. Çünkü bilir ki, ailesinin namusu, kendisinin vakarına bağlıdır.
Bugün kıskanmak kelimesi, zaman zaman yanlış yorumlanıyor. Oysa ki Türk kültüründe kıskanmak, değer vermenin bir şeklidir. Kıskanmak; sevgilinin gözünün başka bir gönülde olmasına dayanamazlıktır. Bu, zayıflıktan değil, kalbin fazlalığındandır. Çünkü bizde sevda, sadece duygusal bir yakınlık değil; ruhen bir bağlılıktır.
“Mühür gözlüm seni elden / Sakınırım kıskanırım…” dizeleri, bu bağlanışın en güzel ifadesidir. Türk erkeği kadınına kol kanat gerer. Onu uçan kuştan, esen yelden, yağan kardan bile kıskanır. Ama bu kıskançlık içinde sevgi vardır, emek vardır. Bu kıskançlık, güven duygusuyla harmanlanmış bir korumadır. Aşkın, ailenin, sadakatin Türkçesidir bu.
Türk kadını mahcubiyetiyle, hayasıyla tanınır. Bu utanmak, bir eksiklik değil; aksine bir fazilet, bir zarafet işaretidir. Çünkü biz biliriz ki utanmak, insanın kendisine ve karşısındakine duyduğu saygının ifadesidir. Utanmak, kişinin nefsine sahip çıkmasıdır. Aile terbiyesiyle yetişmiş bir Türk kadını; gözünden, sözünden, özünden belli olur. Toplumun temel taşı olan annelik makamını üstlenir. O, hem evinin direği hem milletin geleceğidir.
Modern dünya, bireyselleşmeyi yüceltirken, Türk toplumu aileyi merkeze alır. Çünkü biz biliriz ki insan, ailesiyle insandır. Anne babanın duası, eşin vefası, evladın şükrü; bir insanın hayatındaki en büyük zenginliktir. Türk ailesinde sevgiyle birlikte hürmet vardır. Büyük, büyük olduğunu bilir; küçük, küçüklüğünü. Herkes yerini ve sorumluluğunu bilir. İşte bu nedenle Türk aile yapısı, hayat tarzımızdaki kaliteyi belirler. O kalite, sadece konforla ölçülmez; iç huzuruyla, manevi doyumla, karşılıklı sadakatle ölçülür.
Bugün biz Türk milleti olarak, kadınımızın utanmasını, erkeğimizin kıskanmasını ayıp değil, erdem olarak görüyorsak; bu bizim aile yapımızın sağlam temeller üzerine kurulu olmasındandır. Bu yapı bozulursa, millet çözülür. Ama biz biliriz ki aile, sadece bir evin çatısı değil; aynı zamanda milletin omurgasıdır.
Evet, biz kadını utanan, erkeği kıskanan bir milletiz. Ve bu yüzden sağlam bir milletiz. Ailemizi koruduğumuz sürece geleceğimizi de koruyacağız. Çünkü Türk ailesi sadece bir birlik değil; aynı zamanda bir dirliktir. Onun için bu makaleyi paylaş, okut, anlat. Çünkü Türk ailesi anlatıldıkça anlaşılır, anlaşıldıkça kıymeti bilinir.