Trump’ın 21 maddelik Gazze planı, kâğıt üzerinde bir “barış projesi” gibi görünse de, satır aralarında birçok boşluk, gri alan ve sorumluluk eksikliği barındırıyor. Plan, barışın inşasını hedefliyor gibi dursa da güç dengesizliğini daha da derinleştirme potansiyeli taşıyor.
Planın en can alıcı eksiklerinden biri şu:
“İsrail’in olası ihlalleri, saldırıları veya tek taraflı askeri hamlelerinde kim, nasıl müdahale edecek? Kim İsrail’i durduracak?”
Garantör Yok, Yaptırım Mekanizması da Yok
Planın hiçbir maddesinde, İsrail’in anlaşmayı ihlal etmesi durumunda devreye girecek bağımsız veya bağlayıcı bir uluslararası garantör gücü tanımlanmamış.
Bu da şu soruyu doğuruyor:
Hamas anlaşmayı ihlal ederse “İsrail tam destek alacak”, peki ya İsrail ihlal ederse?
Trump ve Netanyahu’nun sunduğu metinlerde bu durum tamamen görmezden geliniyor. Bu tek yönlü güvenlik mekanizması, taraflar arasında eşitlikten çok uzak ve potansiyel bir baskı aracına dönüşebilir.
“Tarafsızlık” Söylemi – Gerçek mi, Kurgu mu?
Donald Trump: Rüzgâr Nereden Eserse
Trump’ın geçmiş sicili, uluslararası krizlerde “kararlı bir barış lideri” değil, popülist ve çoğu zaman yön değiştirici bir aktör olduğunu gösteriyor. Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması ve Golan Tepeleri’nin İsrail’e ait olduğunu ilan etmesi gibi hamleler, tarafsızlıktan ne kadar uzak olduğunu net biçimde ortaya koyuyor.
Bugün “barış planı” sunan Trump, dün Filistin halkının temel haklarını tanımayan kararların altına imza atan kişidir.
Binyamin Netanyahu: “Güven”in Zıttı
Netanyahu ise, özellikle son yıllarda uluslararası hukuk ve BM kararlarını açıkça ihlal eden politikalarıyla, savaş suçları ve aşırı güç kullanımı gibi suçlamaların merkezindeki bir lider. Son Gazze saldırılarında on binlerce sivilin ölümüne yol açan operasyonların siyasi sorumluluğunu taşıyan bir figürün “barış” çağrısı yapması, pek çok kişi için samimiyetle değil, stratejik hesaplarla ilgilidir.
Planın Güvencesi Kim?
Bugün Trump ve Netanyahu “anlaştık” diyor ama şu sorunun yanıtı yok:
İsrail yeniden saldırırsa, planı çiğnerse, sivilleri hedef alırsa kim dur diyecek?
Hiç kimse. Çünkü:
-
BM taraf dışı bırakılmış.
-
Arap devletleri sadece figüran statüsünde.
-
Uluslararası mahkemelerden ya da yaptırım organlarından hiç söz edilmiyor.
Plan tamamen, Trump’ın “söz verdiği gibi olur” inancına yaslanıyor.
Ama bu da bizzat Trump’ın karakteriyle çelişiyor:
Bugün bir şey söyler, yarın tweet atıp fikrini değiştirebilir.
Netanyahu ise zaten hukuk ya da uluslararası meşruiyeti değil, güvenlik bahanesiyle hareket etmeyi alışkanlık hâline getirmiş bir lider.
Sonuç: Bu Plan Barış Getirmez, Kontrol Getirir
Bu haliyle plan, Filistin halkı için bir “barış kapısı” değil, denetim, müdahale ve geleceğin yeniden dizayn edildiği jeopolitik bir mühendislik projesidir. Halk iradesine dayalı değil; güç dengeleri üzerine kurulu.
Ve nihayetinde şu açıkça sorulmalıdır:
“Güven vermeyen, sorumluluk üstlenmeyen, halktan değil çıkar ilişkilerinden beslenen iki liderin imza attığı bu planın neyine güvenilecek?”
Trump’ın ani dönüşleriyle, Netanyahu’nun askeri çözüme öncelik veren tarihsel pratiği düşünüldüğünde, bu plan bir barış sözleşmesi değil, ertelenmiş bir çatışmanın manifestosudur.
Ekonet Haber Taraftar Değil, Haberciyiz