Aziz DAĞTEKİN Yazdı
Ortadoğu coğrafyası bir kez daha küresel aktörlerin satranç tahtasına dönüşmüş durumda. Düğmeye kim bastı, kimin eli tetiğe yakın, hangi gerekçe ne kadar inandırıcı… Tüm bu sorular bir kenara itilirken, milyonların geleceği birkaç başlık altına sıkıştırılmak isteniyor. Gerçek ise açık. İsrail’in yıllardır zenginleştirilmiş uranyuma sahip olduğu biliniyor ve buna ses çıkarılmıyor. Ancak kimyasal ya da nükleer silaha sahip olmadığı IAEA (Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı) raporlarıyla defalarca teyit edilen İran, adeta bir savaş gerekçesine dönüştürülüyor.
Daha önce Saddam Hüseyin’e yapılan, şimdi İran’a uygulanıyor. Aynı taktik, aynı medya dili, aynı ‘özgürlük’ maskesi altında yürütülen işgal diplomasisi… İran, egemen ve bağımsız bir devlet olmasına rağmen nükleer tehdit bahanesiyle hedefe konuluyor. Neden şimdi? Neden son 60 gün içinde aniden bir tehdit olarak lanse edilmeye başlandı? Cevabı basit. Bahaneler hazırlanıyor, zemin oluşturuluyor, yeni bir savaş kurgulanıyor.
ABD Başkanı Trump’ın bu senaryodaki rolü ise yalnızca bir oyuncudan ibaret değil, bizzat senarist konumunda. Trump’ın, Netanyahu’nun çizdiği rotada hareket etmesi, İsrail’in bölgede yürüttüğü işgal ve katliam politikalarına göz yumması değil açıkça destek vermesi, tüm dünyaya demokrasi ve insan hakları dersi vermeye çalışan bir ülkenin kendi sözleriyle çelişmesidir. Netanyahu’nun politikalarını adeta vahiy gibi algılamak, diplomasi değil, insanlığa ihanettir.
ABD ekonomisi can çekişiyor. Küresel dolar sistemini ayakta tutmak için silah stokları eritilmeli. Bu silahların tüketileceği alanlar lazım ve Ortadoğu her zaman olduğu gibi yeniden kurban seçiliyor. ABD’nin savaş endüstrisini besleyen bu strateji, kaosun kendisinden nemalanan bir zihniyetin ürünüdür. Savaşla, işgalle, sömürüyle ayakta kalmaya çalışan bu düzen, bugün bir kez daha bölge halklarının üzerine kara bir örtü gibi seriliyor.
Ve eğer bu akıl dışı savaş çılgınlığı Hamaney’e yapılacak bir suikastla sonuçlanırsa, yalnızca İran değil; tüm bölge, hatta dünya büyük bir felakete sürüklenir. Bu bir dini rejim tartışması değil, bu bir insanlık meselesidir. Eğer İran’ın dini yönetimi suç sayılıyorsa, İsrail’in teokratik yapısı neden dokunulmazdır? Bu sorunun yanıtı inançların değil, çıkarların yönettiği bir dünyada aranmalıdır.
Trump, sen bir zamanlar seçim öncesi savaş politikalarını kınıyordun. Peki şimdi seni savaş yanlısı yapan ne? Hangi menfaat, hangi vaat, hangi lobi seni bu kadar dönüştürdü? Seçim kazanmak için insanlığın kaybetmesini göze alabilecek kadar mı acizleşti bu sistem?
Saldıran İsrail’dir, savunma yapan İran. Ancak saldırganın yanında saf tutanlar, tarihi yeniden kanla yazmaya çalışıyor. ABD ve İsrail, bugün bölgede bulanık suyu daha da bulandırarak balık avlamaya çalışıyor. Kaosu yaymak, nifakı büyütmek ve mazlumları yeniden susturmak… Ama artık dünya eskisi gibi değil. Sessiz kalmak susmak anlamına gelmiyor. Herkes görüyor, herkes biliyor.
Bu yüzden bu yazıyı okuyan herkes kendine şu soruyu sormalı: Gerçekten kimin safındayım? Adaletin mi, zulmün mü? Eğer insanlık bir gün kurtulacaksa, bu ancak gerçeği haykıran seslerin çoğalmasıyla mümkün olacak. Bugün ses çıkarmazsak, yarın yalnızca yankılar kalır.