Aziz DAĞTEKİN Yazdı
Dünyanın gözleri önünde yaşanan son saldırılar, sadece füzelerin havada uçuştuğu bir savaş değil; aynı zamanda istihbaratın, ihanete dönüşen dostlukların ve devlet içine sızan maskeli düşmanların savaşıdır. İran bugün toprağında patlayan bombalarla değil, kendi içinden vurularak diz çöktürülmeye çalışılıyor. Ve bu saldırının en karanlık cephesi, dışardan değil, içeriden gelen ihanettir.
Eski İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın yıllar önce verdiği ve şimdi yeniden gündem olan o açıklaması, bir milletin içine sızan görünmez düşmanı gözler önüne seriyor. Ahmedinejad, İsrail’in istihbarat servisi MOSSAD‘ı etkisiz hale getirmek için kurdukları özel birimin başına geçirdikleri ismin İsrail ajanı çıktığını itiraf etti. Düşünebiliyor musunuz? MOSSAD’ı çökertmekle görevlendirilen kişi, bizzat MOSSAD’ın adamıydı. Bu bir tesadüf değil, bu modern zamanların en sinsi işgal biçimidir.
İsrail’in sekiz ay boyunca İran’ın damarlarına kadar sızıp, bir gecede İran Genelkurmay Başkanı da dahil olmak üzere üst düzey askeri isimleri ortadan kaldırması, yalnızca teknolojik üstünlükle açıklanamaz. Bu, içeride beslenen, dışarıya çalışan bir ihanetin sonucudur. İran’ın ordusu, devleti, güvenlik sistemleri dışardan değil; içerden çökertildi. Düşman artık sınırdan girmiyor, ticaret adamı, akademisyen, yatırımcı, gazeteci, hatta diplomat maskesiyle sofrana oturuyor.
Bugün İran’da yaşananlar, yarın başka bir ülkenin kaderi olabilir. Türkiye için bu tablo, çok ama çok ciddi bir uyarıdır. Unutmayalım, artık ajanlar casuslukla yetinmiyor. Dış sermaye adı altında ülkeleri ekonomik bağımlılığa sürüklüyor, sosyal medya ve medya kartelleri üzerinden algı yönetiyor, kamu kurumlarına, STK’lara, hatta teknoloji şirketlerine kadar sızıyorlar. ABD, AB, İngiltere, Çin ve Rusya gibi güç merkezlerinin ajanları, dünyanın her yerine yayılmış durumda. Ve evet, Türkiye de bu istihbarat savaşlarının merkez üssü haline gelmiş durumda.
Ülkemiz, ajanların cirit attığı bir saha olmamalı. Her yatırımcı dost değildir. Her işbirliği geleceğe hizmet etmez. İçimizde dolaşan yabancı sermaye temsilcileri, sadece ekonomik hedefler peşinde değil; aynı zamanda zihinleri, kurumları, değerleri dönüştürmeye yönelik planlar yapıyorlar. Bu yüzden Türkiye’nin yerli ve milli kaynaklarına, insan gücüne, yazılımına, savunmasına ve eğitim sistemine daha sıkı sarılması şarttır.
Milli birlik ve beraberlik artık bir tercih değil, mecburiyettir. Siyasi görüşlerimiz, mezheplerimiz, dünya bakışlarımız farklı olabilir. Ancak ortak vatan söz konusu olduğunda bir ve tek yürek olmalıyız. Aksi takdirde, içeriden çürüyen devletler gibi biz de bir sabah kendi topraklarımızda yabancı parmakların planlarını izlemek zorunda kalabiliriz.
İran örneği, birlik yoksa güvenlik de yok gerçeğini bir kez daha gözler önüne serdi. Şimdi tam zamanı: Milletçe uyanık olmalı, maskelerin arkasındaki yüzleri teşhis etmeli ve her alanda milli duruşumuzu güçlendirmeliyiz. Çünkü bu topraklar, bin yıl boyunca bedel ödenerek korundu. Şimdi de her türlü sızmaya, ihanete ve tuzağa karşı direnmenin vaktidir.
Gözümüz açık, irademiz sağlam, duruşumuz net olmalı. Aksi halde bugün İran, yarın biz.