Aziz DAĞTEKİN Yazdı
ABD Başkanı Donald Trump’ın son açıklamaları, yalnızca bir ateşkes müjdesi gibi sunulsa da, gerçekte Ortadoğu’yu paramparça eden derin bir işbirliğinin yaldızlı cümlelerle meşrulaştırılmasıdır. Trump’ın, Netanyahu ile yaptığı görüşmelerde Gazze’yi sorunun merkezine koyması, kamuoyuna barışçıl bir hamle gibi yansıtılsa da, bu hamlenin ardında iki katilin bölgesel çıkarlarını ortak bir zeminde nasıl konsolide ettiği açıkça görülüyor. Bir yanda soykırımı örtbas etmeye çalışan bir ABD Başkanı, diğer yanda uluslararası hukuku ayaklar altına alan bir katil ve soykırımcı İsrail Başbakanı var. Ve bu ikili, sahte bir barış hikayesiyle dünyanın gözünü boyamaya çalışıyor.
Donald Trump, Netanyahu’ya yönelik iç yargılamaları adaletsiz bulduğunu söylüyor. Peki ama neden? Çünkü Netanyahu, İsrail’in yerleşim politikalarını genişletirken, ABD’nin bölgedeki askeri ve ekonomik çıkarlarına tam uyumlu hareket etti. ABD için Netanyahu, savaş zamanı başbakanı değil, çıkarlarının yılmaz bir uygulayıcısıdır. Bu nedenle Trump, İsrail’in Filistin’de işlediği savaş suçlarını barışa bir adım olarak ambalajlayarak dünya kamuoyunu manipüle ediyor.
ABD’nin İsrail’e göbekten bağlılığı, yalnızca stratejik bir ortaklık değil, aynı zamanda derin bir jeopolitik bağımlılık ilişkisidir. ABD, İsrail’i Ortadoğu’daki çıkarlarını garanti altına alacak bir garnizon devlet olarak görüyor. Bu yüzden Tel Aviv’in her saldırısı, Washington’un zımni onayıyla gerçekleşiyor. Soykırım, işgal ve etnik temizlik… İsrail ne yaparsa yapsın, ABD’den bir tek kınama gelmiyor. Aksine, Netanyahu gibi figürler, Trump’ı Dünya Barış Ödülü’ne aday gösterecek kadar akıl ve vicdan dışı adımlar atabiliyor.
Peki Netanyahu bu cüreti nereden alıyor? Elbette ki küresel sermayeyi yöneten lobilere ve uluslararası medya aygıtlarının manipülasyon gücüne dayanarak. Netanyahu’nun arkasında yalnızca İsrail devleti değil, Amerikan evangelist sermayesi, silah sanayi, teknoloji devi firmalar ve enerji kartelleri var. Bu yapılar, Trump gibi çift kişilikli liderleri destekleyerek bölgede kan üzerinden şekillenen düzenin bekçiliğini yapıyor. Dolayısıyla Netanyahu’nun Trump’ı ödüle aday göstermesi, aslında kendi çıkarlarının ödüllendirilmesini istemesidir.
Dünya, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesine rehin düşmüşken, Dünya beşten büyüktür gerçeği neden hala işlemiyor? Çünkü bu beşli çete, küresel adaletin değil, güç dengesinin temsilcileridir. ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa; hepsi kendi çıkarlarını korudukları sürece bir vetoyu bile yüz binlerce çocuğun ölümünden daha değerli sayıyorlar. Bu yüzden Gazze yanarken, BM sessiz. Bu yüzden Suriye bölünürken, Ukrayna parçalanırken, Libya yok edilirken bu konseyden sadece diplomatik gevezelik ve zevzeklik çıkıyor.
Türkiye ise, bu ateş çemberinin tam ortasında. ABD, Türkiye’nin çevresini onlarca üs ile kuşatarak yalnızca bir müttefik değil, aynı zamanda bir hedef haline getiriyor. Dedeağaç’a yığılan tanklar, Suriye’nin kuzeyindeki vekil terör unsurları, Irak’ta süren meşru egemenlik ihlalleri, hepsi bir amaca hizmet ediyor: Türkiye’yi içeriden kontrol edemeyenler, dışarıdan baskıyla diz çöktürmek istiyor. Bu oyun, yalnızca askeri değil, ekonomik ve enerji politikaları üzerinden de yürütülüyor. Akkuyu Nükleer Santrali’nin hedef gösterilmesi tesadüf değil. İsrail basını üzerinden yapılan bu tehdit, ABD’nin Türkiye’yi İranlaştırma planının bir parçasıdır. Türkiye, nükleer enerjiyle bağımsızlaşmasın isteniyor. Çünkü bağımsız enerji demek, ABD’ye ve Batı’ya daha az bağımlı Türkiye demektir.
Bu noktada yeni dünya düzeni şekilleniyor. BRICS ülkeleri, doların tahtını sarsmak için adımlar atıyor. Ancak ABD buna ekonomik araçlarla değil, savaş tehdidiyle karşılık veriyor. Trump’ın BRICS ülkelerine yönelik yüzde 10 ek vergi koyması ve bu savaş sebebidir açıklaması, küresel finans sisteminin çöktüğünü gösteriyor. ABD artık para kazanamıyor, korku üretiyor. Ve bu korkuyla terörist gruplar üreterek, ülkeleri bölmeye, iç karışıklıklar çıkartmaya, hükümetleri devirmeye çalışıyor.
Türkiye bu denklemde kritik bir kavşakta duruyor. Ya bu eski dünyanın figüranı olacak, ya da yeni dünyanın kurucu aktörlerinden biri. İki kutuplu sistem yerini çok merkezli yeni bir düzene bırakırken, Türkiye kendi ekonomik, askeri, dijital ve enerjik bağımsızlığını inşa etmek zorunda. Türk halkı bu yeni çağın farkında olmalı. Uyutulan, bölünen, itibarsızlaştırılan bir Türkiye değil; özgüvenli, bölgesine yön veren, kendi savunmasını ve yazılımını üreten bir Türkiye kurulmalı. Bunun için uyanmalıyız. İletişim kanallarını, medyayı, sosyal ağları, okulları bu uyanışın aracı haline getirmeliyiz.
Bu makale bir alarm zili olsun. ABD’nin maskesini düşüren, İsrail’in kibirli emperyal hayallerini deşifre eden ve Türkiye’nin yerli ve milli kaderine odaklanan bir uyanış manifestosu olsun. Artık kandırılmayacak kadar acı yaşadık. Artık seyirci değil, aktör olmak zorundayız. Dünya beşten büyüktür. Türkiye bu büyüklüğün adaletini haykıracak yegane sestir. Bu ses susturulursa sadece Türkiye değil, bütün insanlık kaybeder.