Aziz DAĞTEKİN Yazdı
Her siyasi partinin tarihinde kırılma anları vardır. CHP’nin tarihinde ise bu kırılma anları hiç eksik olmaz. Bugün Cumhuriyet Halk Partisi, sadece bir iç çekişmenin değil, kurucu kimliğini, meşruiyet anlayışını ve hatta demokrasiyle olan ilişkisini masaya yatıran bir hesaplaşmanın eşiğinde. Ve bu kez mesele, kurultay değil, Butlan.
Butlan, hukukta yok hükmünde sayılmak anlamına gelir. Yani olmuş gibi görünen ama hiç olmamış sayılan bir işlem. Bugün konuşulan iddia şu: Mahkeme, CHP kurultayını ve o kurultayın oluşturduğu tüm yapıyı yani Özgür Özel liderliğindeki Parti Meclisi’ni, MYK’yı, genel başkanlığı “mutlak butlan” ile hükümsüz sayabilir. Eğer bu gerçekleşirse, CHP tarihinde ilk kez bir genel başkan, sandıkla değil, mahkeme kararıyla koltuğunu kaybetmiş olacak.
Bu sadece bir lider değişimi değildir. Bu aynı zamanda partinin siyasi genetiğini değiştirecek bir kırılmadır. Yıllardır kulaklarımıza çalınan bir söz vardır: “Bizans’ta entrika, CHP’de kavga eksik olmaz.” diye…
Oysa artık işler değişti. Bu sadece kavga değil; bu, tarihsel bir format atma girişimi. Kılıçdaroğlu geri mi dönüyor?
Eğer mahkeme kararıyla dönüyorsa, bu sadece bir iade-i itibar değildir. Bu, bir “hesap günü”dür.
Ve bu kez gelen, yalnızca kurultay takvimiyle değil, örgütsel bir tasfiye listesiyle de gelebilir. Türkiye’de yargının siyasallaşması uzun süredir tartışılıyor. Ama ilk kez bir siyasi partide yargı, sandığın yerine geçme riski taşıyor.
tam da bu noktadan hareketle sorulması gereken soru şu: Bir parti, kendi liderini yargı kararıyla belirlerse, sandığı hangi yüzle savunur?
Ve daha çarpıcısı! Yarın bir başka partiye sandık iradesine saygı çağrısı yaparken, kendi genel başkanını kurultay değil, mahkeme belirlemiş bir CHP, hangi vicdani ve ahlaki zeminle bunu söyleyebilir?
Senaryo gayet net:. Eğer mahkeme yalnızca kurultayı değil, delegelik sürecini de şaibeli bulur ve süreci baştan başlatırsa, Kılıçdaroğlu ve eski PM üyeleri göreve iade edilir. Ve o iade, bir emanet teslimi değil, bir operasyon başlangıcı olur.
İhraçlar başlar. “Git aklan gel” çağrıları dolaşıma girer.
Belediye başkanlarına siyasi tasfiyenin ön kapısı açılır.
Özgür Özel’in, yalnızca koltuğu değil, etkisi de sıfırlanır.
Tüm bunlar olurken, kimse şunu sormaz mı:? Biz parti içi demokrasiyi ne zaman kaybettik? Özgür Özel’in Brüksel’de yaptığı “Türkiye otoriterleşti, bize baskı var” açıklamaları, dışarıdan bakıldığında haklı görülebilir. Ama içeride şu soruyu tetikliyor!… Bir genel başkan, liderliğini dış destekle mi tahkim eder, yoksa içeride kendi delegesiyle mi?
CHP tarih boyunca hem Batı’yla uyumlu hem de iç dinamiklerine bağlı kalmaya çalışan bir denge partisi oldu. Ama bu çıkışlar, Özel’i içeride yalnızlaştırabilir. Dışarıya demokrasi dersi verirken, içeride mahkeme kararlarıyla hizip temizliği yapılırsa, CHP kendi meşruiyetini kendi elleriyle boğar.
Eğer CHP’de mahkeme kararıyla yeni bir yönetim gelir, kurultay takvimi ertelenir, seçime 1 yıl kala mevcut yönetimle devam formülü işletilirse… CHP bir seçim daha kazanamayabilir.
Çünkü taban, artık hikâye istiyor.
Dava değil.
Yol haritası istiyor.
İntikam değil.
Siyaset istiyor.
Mahkeme değil.
Bugün CHP’nin önünde iki seçenek var:
-
Kurultayla, delegesiyle, üyeleriyle kendi yolunu çizen demokratik bir yapı olarak devam etmek.
-
Yargı kararlarıyla hizaya getirilen, tasfiye planlarıyla geleceğini şekillendiren bir yapıya evrilmek.
Birincisi meşakkatlidir, ikincisi konforlu.
Ama biri partiyi büyütür, diğeri küçültür.
Biri CHP’yi yeniden umut haline getirir, diğeri onu sadece geçmişte kalmış bir örgüte dönüştürür.
Bu bir kurultay yazısı değildir.
Bu bir darbe güncesi de değil.
Bu, bir partinin kendi geleceğini hangi yoldan inşa edeceğini tartıştığı en kritik yol ayrımıdır.
Ve bu yüzden…
Bizans’ta entrika bitmezdi, CHP’de kavga dinmez.
Ama artık bir yerden başlamak gerekiyor.
Çünkü bazen, bir parti sadece rakipleriyle değil, kendi içindeki aynayla da yüzleşmelidir.
Bu yazı sadece bir partinin hikâyesi değil; bu, Türkiye siyasetinin geleceğine yazılmış bir çağrıdır.
Paylaşın. Çünkü değişim, önce içeriden başlar.