Aziz DAĞTEKİN Yazdı
Tarih, bazı isimleri sadece kaydetmez; onları milletlerin kalbine mühürler.
Abdülhamid Han işte o isimlerdendir.
O, yalnızca bir padişah değil; çökmekte olan bir cihanın omuzlarına yüklediği emaneti imanla, akılla ve sabırla taşıyan bir devlet adamıydı.
“Abdülhamid Han’dan ayrılık…”
Payitahtta titreyen salalar, yalnızca bir sultanın vefatını değil; bir çağın kapanışını haber veriyordu.
O gün yalnız İstanbul yetim kalmadı; cümle vatan, cümle İslam yetim kaldı.
Abdülhamid Han’ın mücadelesi sıradan bir iktidar kavgası değildi.
Onun kavgası; ümmetin birliği, devletin bekası, mazlumun ahı içindi.
Dört bir yandan kuşatılan Osmanlı’ya karşı silahla değilse bile ferasetle, sabırla, dua ile direndi.
Haritayla değil; kalple savaştı.
Bu topraklarda Abdülhamid Han’ı sevmek bir tercih değildir;
bir saflaşmadır.
Çünkü Abdülhamid Han’ı anlamak; devlet nedir, ihanet nedir, direniş nedir bunu bilmektir.
Onu hâlâ “istibdat” diyerek ananlar ya tarihi okumamış ya da okuduğunu inkâr etmeyi meslek edinmiştir.
Abdülhamid Han, çökmekte olan bir imparatorluğu teslim etmeyen son iradedir.
Silahla değilse bile aklıyla savaşmış, kurşunla değilse bile ferasetiyle düşmanı durdurmuştur.
Onun devri, masa başında çizilen haritalara karşı dua ile, diplomasi ile, sabırla verilen bir direniş devridir.
Unutulmasın ki; Abdülhamid Han tahttan indirildikten sonra vatan parçalanmış,
ümmet dağıtılmış, ezan susturulmak istenmiştir.
Bu bir tesadüf değildir.
Bu, direnen iradenin devre dışı bırakılmasının bedelidir.
O, bir karış toprağı satmadı.
Siyonist emellere karşı kanla yazılmış bir ret cevabı verdi.
Filistin’i para karşılığı pazarlayanlara değil, “Ben bu toprağı kanla aldım, kanla veririm” diyen bir duruşun adıdır Abdülhamid.
Abdülhamid Han’ın Peygamber Efendimize (sav) olan muhabbeti bir menkıbe değil;
bir devlet politikasıydı.
Medine’de gürültü olmasın diye trenin sesini kısmak, Ravza-i Mutahhara’ya hürmeten edebi kanun kılmak;
ancak ümmeti yöneten değil, ümmetin hizmetkârı olan bir sultanın işidir.
Bugün Abdülhamid Han’ı karalamaya çalışanlar şunu iyi bilsinler ki, Onun mücadelesi kaybedilmedi; yarım bırakıldı. Ve bu milletin damarlarında hâlâ o mücadeleyi tamamlayacak irade mevcuttur.
Abdülhamid Han bir şahıs değildir.
O bir devlet aklıdır.
O bir istikamet pusulasıdır.
O, Batı’ya öykünerek değil; kendi köklerine yaslanarak ayakta kalmanın adıdır. Bu yüzden Abdülhamid Han’ı savunmak, geçmişi savunmak değildir; geleceği savunmaktır.
Yetim kalan vatan,
sahipsiz kalan ümmet,
hesabı sorulmamış ihanetler…
Hepsinin ortak bir adı vardır Abdülhamid Han’ın yokluğu.
Ama bilinmelidir ki; bu millet, sultanlarını sürgünde bıraksa da fikrini sürgüne göndermez. Ve bir gün, Abdülhamid Han’ın direniş ahlakı yeniden devletin omurgası olacaktır.
Cennet mekân Sultanım;
şahidiz duruşuna,
şahidiz sadakatine,
şahidiz Peygamber sevdana…
Bu bir ağıt değildir.
Bu bir manifestodur.
Ekonet Haber Taraftar Değil, Haberciyiz