Aziz DAĞTEKİN Yazdı
Orta Doğu yanarken, Amerikan Başkanının umut dolu sözleri yankılanıyor: “Harika şeyler için gerçek bir şansımız var.” Oysa harika olan tek şey, yıllardır süren işgal, kuşatma ve bombaların altında ezilen bir halkın hâlâ ayakta durabiliyor oluşudur. Gazze’de taş üstünde taş kalmamışken, Trump’ın “başarıya ulaşabiliriz” sözleri, yerle bir edilen hastanelerin, enkaz altındaki çocukların, yıkılan okulların üzerinde yankılanıyor. Hangi başarıdan söz ediliyor? Bu başarının ölçüsü nedir? Yakılan şehirler mi, yok edilen aileler mi?
Amerikan diplomasisi bir kez daha hem “tavşana kaç” hem de “tazıya tut” oyununu sahneliyor. Bir yanda Netanyahu’yu ağırlamaya hazırlanırken, diğer yanda “barış” sözcüğüyle vitrin süsleniyor. Bu neyin barışı? Her gün biraz daha fazla yıkılan, elektriği, suyu, ilacı kesilen bir şehrin üzerine barış nasıl inşa edilir? Bunca yılın sonunda hâlâ aynı soruyu soruyoruz: Eğer İsrail bu suçu işlerken arkasında ABD’nin desteği olmasaydı, bu pervasızlık bu kadar uzun sürebilir miydi?
Trump açıkça diyor: “Umarım Netanyahu ile anlaşırız.” Ne üzerine anlaşılacak? Katz’ın ağzından dökülen “Gazze’yi Hamas bırakana dek yakacağız, yıkacağız” ifadesi, bir devletin bizzat soykırımı açıkça ilan etmesidir. Bu bir savaş açıklaması değil, bir imha manifestosudur. Bu noktada hâlâ “anlaşma umudu”ndan söz eden herkes, ya bu soykırımın ortağıdır ya da tarihin karanlık sayfalarında suçlu olarak anılacaktır.
Gerçek şu ki: İsrail bir devlet değil, silahlarla inşa edilmiş bir apartheid rejimidir. Gazze’yi haritadan silmeye çalışırken direnişi bastıramamış, tam aksine onu güçlendirmiştir. Hamas’ı terör örgütü olarak yaftalamak kolaydır; zor olan, yıllardır kuşatma altında yaşayan bir halkın neden hâlâ silaha sarıldığını anlamaya çalışmaktır. Çünkü bu halkın sırtını dayadığı hiçbir “süper güç” yoktur. Onlar sadece kendi topraklarını, kendi çocuklarını, kendi mezar taşlarını korumaya çalışıyorlar. Ve bu savunma, tarihin en meşru direnişlerinden biridir.
Trump, eğer gerçekten barıştan yanaysa, önce desteğini çeksin. İsrail, 24 saat bile ayakta kalamaz. Çünkü arkasındaki silah gücü olmadan, ne bir meşruiyeti, ne de bir halk desteği vardır. Bu yüzden Gazze bombalanırken değil, ABD desteği kesildiğinde barışın ilk adımı atılmış olur. Bu adım atılmadıkça, tüm bu açıklamalar sadece tiyatrodur.
Barış, celladın elindeki bıçağı bırakmasıyla başlar. O bıçak hâlâ masada duruyorsa, kurbanın elini uzatmasını kimse beklemesin.
Eğer hâlâ elinde bıçak tutanlar, masayı süsleyen laflarla kendi suçlarını örtmeye çalışıyorsa; sessizlik, uzlaşma değil, suça ortaklıktır. Dünya artık laf değil, sorumluluk istiyor: silah ambargoları, diplomatik izolasyon, uluslararası hukukun tam uygulaması ve suçluların hesap vermesi. Trump’ın umut sözcükleri, Netanyahu’nun tehditleriyle yan yana duruyorsa, o sözler maske olur; maskeyi düşürün. Güçlü olmak, baskıyı artırmak değil, zulmü durdurmaktır. Destek çekilsin, ambargo uygulansın, mahkemeler çalışsın barış, ancak bu hesaplaşma ile mümkün olacaktır. Kimse daha fazla bahane üretmesin; kim iyiliği istiyorsa, bugün güç gösterisi değil, adalet talep etsin.