Aziz DAĞTEKİN ile Pazar Sohbeti
Pazar günleri sadece dinlenmek, günlük telaşlardan sıyrılmak için değil; aynı zamanda dünyada olup bitenleri biraz daha derinlikli okumak, gözümüzün önünde şekillenen olayların perde arkasına bakmak için de bir fırsattır. Çünkü dünya siyaseti, her zamanki gibi “kurt” ve “kuzu” hikâyesine benzer bir denge üzerinde dönüyor. Güçlüler her zaman haklı görünmek istiyor, mazlumların sesi ise çoğu kez duyulmuyor.
Bugün de sahnede aynı hikâyeyi görüyoruz. Ama bu kez masal diyarında değil; Venezuela’da, Washington’un tehditkâr diliyle yüzleşiyoruz. ABD, kendisini dünyanın tek hakimi sanarak, uluslararası hukuku ve devletlerin bağımsızlık hakkını hiçe sayıyor. İşte bu noktada kalemi elime alıyor, bir Pazar sohbetinde sizlerle birlikte hem bu çarpıcı hikâyeyi hem de tarihin bize fısıldadıklarını paylaşmak istiyorum.
Kurt ile kuzu hikayesini hatırlayın: Kurt ile kuzu arkadaş olmuşlar, birbirlerine güveniyorlar; kurt kuzuyu yemeyecek, kuzu da vahşi kurdu düşman görmeyecek. Dostça dere tepe dolaşan kurt ile kuzu coşkun bir şekilde bir akar suya rastlayınca kurdun iştahı kabarmış. “Bu suyun yanında bu kuzu da çok iyi yenilir” diye aklından geçirmiş kurt. Suyu kuzunun üst başında içerken de, “Kuzu kardeş, suyu bulandırma. Eğer bulandırmaya devam edersen seni yerim” demiş. Kuzu ise soğukkanlılıkla karşılık vermiş: “Kurt kardeş, sen beni yemeye yiyeceksin ama bari mertçe ye.”
Bugün dünya sahnesinde aynı tabloyu ABD’nin Venezuela politikasında görüyoruz. Gelmiş geçmiş ABD başkanlarının “barış” ve “istikrar” vaatleriyle ortaya çıkan Donald Trump, geldiği günden bu yana savaşları durdurmak bir yana, oluk oluk kan akmasına sebep oldu. Ve şimdi, özgür bir ülkenin doğal kaynaklarına göz dikmiş bir kurt gibi, Venezuela’yı hedef alıyor; bahaneler uyduruyor, haklılığı değil çıkarını dayatıyor.
ABD Başkanı Donald Trump, sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamada, Venezuela hükümetini ABD’nin sınır dışı etmek istediği mahkumları geri kabul etmeye zorladı ve “Onları derhal kabul edin, yoksa ödeyeceğiniz bedel hesaplanamaz boyutlarda olur” tehdidinde bulundu. Bu sözler, bir ülkeye yönelik açık saldırı ve tehdit niteliği taşırken, aynı zamanda uluslararası hukukun hiçe sayılmasının ifadesi olarak karşımıza çıkıyor. Trump, dünyanın en büyük uyuşturucu baronu olarak bilinen ABD’nin, Venezuela’yı sudan bahanelerle işgale kalkıştığını örnekliyor; gerçekte ise hedef, Venezuela’nın sahip olduğu doğalgaz ve petrol rezervleri. ABD’nin suç mantığı basit: Maduro’nun gülümseyerek sergilediği bağımsız duruş, emperyalist çıkarları rahatsız ediyor ve hemen bir bahane icat ediliyor.
Oysa Birleşmiş Milletler, Venezuela’ya ilişkin dört kez üst üste resmi açıklama yaptı ve uyuşturucu kaçakçılığı iddialarını yalanladı. Tüm bu belgeler ve resmi kararlar ortadayken, ABD’nin tehditkar tavrı kabul edilemez bir saldırganlık örneğidir. Masum bahaneler arayarak başka ülkeleri işgal etme stratejisi, tarih boyunca emperyalist güçlerin kullandığı kirli bir yöntemdir; fakat bugün Trump yönetimi bunu açıkça uygulamaktadır. Venezuela’nın kendi kaderini belirleme hakkı, petrol ve doğalgaz zenginlikleri uğruna hiçe sayılmaya çalışılmaktadır.
Trump’ın sözleri, sadece Venezuela’yı hedef almakla kalmıyor; aynı zamanda dünya kamuoyunu küçümsüyor, hukuku ve insanlığı ayaklar altına alıyor. “Ödeyeceğiniz bedel hesaplanamaz” diyen bir liderin, barış ve adaletle ilgili tek bir sözü bile ciddiye alınabilir mi? Bu tehditler, emperyalizmin maskesinin düşmüş hâli, masumiyetin ve uluslararası hukukun hiçe sayılışının en açık örneğidir. Venezuela’ya yönelik bu tehditler sadece bir ülkeyi değil, insanlığın vicdanını da sınamaktadır.
Ve unutulmamalıdır ki; kendisini dünyanın hakimi sanan ABD, bütün devletleri ve uluslararası hukuku hiçe sayabilir, Maduro’nun gülümsemesine aldırmayabilir; ama günün sonunda açgözlülüğü ve kibri, onu tek başına batarken bırakacak, emperyalist hayallerin gölgesinde yalnız ve küçük bir güç olarak tarih sahnesinden silinecektir.
ABD bugün Venezuela’ya tehditler savururken aslında kendi sonunu hazırlıyor. Kendini dünyanın hakimi sanan bu kibirli güç, bütün devletleri yok sayarak ve uluslararası hukuku çiğneyerek yanlış bir yolda ilerliyor. Eğer adalet istiyorsa yüzünü tarihe çevirmeli; Osmanlı’nın mazlumlara adalet dağıtan mirasından ders almalı. Eğer barış istiyorsa terörist İsrail’in kanlı politikalarından ve YPG/SDG gibi maşalarından derhal elini eteğini çekmeli. Aksi hâlde bugünkü gidişat ABD’yi çok korkunç bir sona sürüklüyor.
Kültürsüz, tarih bilincinden yoksun ve emperyalizmin kör sarhoşluğuyla hareket eden Amerika, bugün İsrail’in kuyruğuna takılmış, sürüklenip giden zavallı bir güce dönüşmüştür. Ama unutmasınlar: tarih zalimleri affetmez. Açgözlülüğün ve kibirin bedeli ağırdır. ABD’nin sonu, tıpkı kibirli imparatorlukların akıbeti gibi yalnızlık ve çöküş olacaktır.
ABD, dünyaya kurt gibi saldırıyor ama unutmasın ki; tarih, kurdun değil, mertçe direnen kuzunun zaferini yazar.