Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil: Taş devirleriyle mankurt ettiler!

 

Bizim nesiller maalesef tarih fukarası olarak yetiştiler. Şanlı tarihimiz doğru düzgün öğretilmedi. Taş, Yontma Taş, Cilalı Taş Devirleri; Etiler, Sümerler, Akadlar, Babiller, Urartular, Nabukadnazar ve Şuppiluliuma arasında güzelim tarihimiz kaynadı gitti…
O şanlı tarihten öğretilen kısımlar ise başka bir garabetti. Deli Padişahlar, Lale Devri, Avcı Padişah Devri, Hain Padişah, Zalim Padişah, vatanı satıp kaçan padişah… teraneleri ile uyutulduk. Nesiller Oğuz Kağan’dan Alparslan’a, Selahaddin Eyyubi’den Gazneli Mahmud’a, Osman Gazi’den Fatih’e, Yavuz’a, Kanuni’ye kadar emsalsiz kahramanlarını hakkıyla bilmek bir yana sevmeden sevemeden eğitim hayatlarını noktaladılar. Osmanlı padişahlarına ise anlaşılmaz bir kin ve nefret duygusu aşılanıyordu…
Nihat Sami Banarlı Bey’in ifadesiyle, “Türk milletinin dünya tarihi ve dünya coğrafyası üzerinde kurduğu en büyük eser olan Osmanlı Devleti”ne karşı bu düşmanlık evlatlarına nereden sirayet etti. Üzerinde ciddi tahlillerin yapılması gereken bir konudur bu.
Şu çok iyi bilinmelidir ki Osmanlı düşmanlığı, öncelikle Türkiye’nin aydın geçinen tabakasına başta İngilizler olmak üzere Avrupalılardan aşılandı. Sebebini ve maksadını ise Kemal Tahir Bey şöyle ifade ediyordu:
“Osmanlı toplumunun sadece var olması bile, Batılı soygununa karşı bir direnişti. Bu direniş salt Osmanlı toplumunun değil, bir bakıma bütün soyulan Doğu’nun direnişiydi. Batılının Osmanlı düşmanlığı işte buradan gelmektedir…”
Bugün İslam dünyasının içinde bulunduğu elim vaziyeti gördüğümüzde Kemal Tahir Bey’in tespiti bütün acı gerçekliği ile görülmektedir.
Maalesef bu düşmanlık ilerleyen yıllarda Fulbright Anlaşması’nın tesiri ile de artarak devam etti ve neredeyse kangren hâlini aldı.
Cumhuriyet hükûmetleri, Türkiye’de güya yeni sistemi tutturabilmek için Osmanlıya hücumu amansız bir ana babaya sövme ve sövdürme politikası hâline getirdiler. O hâle geldi ki Türk gençleri Lenin’i, Stalin’i, Mao’yu, Humeyni’yi övme yarışına girmişlerdi. Onlar için yıllarca birbirlerini kırdılar. Buna karşılık kendi büyüklerine ağız dolusu sövmeyi, iftira etmeyi hüner saydılar. İşin en acı tarafı bu seviyesizliğin kendilerine mekteplerde öğretmenleri tarafında şırınga edilmesiydi.

Değişmeyen gelenek: Osmanlıya küfretmek!

1983 yılında akademisyen olduğum zaman bu zihniyetten hiçbir şeyin değişmediğini görüyordum. Liselerden gelen talebelerimiz tarihimize aynı at gözlüğüyle bakıyorlardı. Derslerimin ilk bir haftası anlattığım bilgiler karşısında şaşkınlık yaşıyorlardı. “Hocam biz bunları hiç duymadık nereden anlatıyorsun” diyorlardı. Oysa hepsi bizim kaynaklarımızda vardı. Sadece Batı’nın iftiralarını, yalan yanlış beyanlarını söylemiyordum.
Özallı yılların açılımı ve eğitimde atılan müspet adımların tesiriyle, zaman içinde bu zihniyetin değişeceğini düşünüyordum. 2000 yılına gelindiğinde 28 Şubat’ın da tesiriyle maalesef durum aynıydı. O yıllarda bilhassa tarih ve edebiyat kitaplarına yapılan müdahaleleri işin ehilleri iyi bilmektedir.
Bunun üzerinde 2000 yılında bir karar almıştım. Kendi kendime “Ahmet Hoca, sadece seksen talebeye ders vermek ve konferanslarda millete anlatmakla olmaz. Eser yazmalısın” dedim. Bu kararla birlikte Kayı serisini yazmaya başladım…
Tam 19 sene sürdü. Kayı 11 Elveda ile eser nihayet buldu.
Cenab-ı Hakk’a bir faniye zor nasip olacak bu eseri tamamlamaya imkân, ruhsat ve muvaffakiyet verdiği için sonsuz hamd ve şükrederim.
Zira Kayı serisi bir akademisyenin kaleminden çıkan ve Osmanlıyı bütünü ile ele alan tek Osmanlı tarihidir.
Yeniçağcı bir ilim adamı olarak farklı alanlarda da kalem oynatmak bazı akademisyenlerimizin tepkisine ve bu tepkilerini farklı şekillerde gündeme getirmelerine sebep olmaktadır. Bu ülkede araştırmacı tarihçi olarak herkes, tarihin istediği alanında at oynatabilmeli fakat bir ilim adamı sahasının dışında konuşmamalıdır.
Herhâlde bundan daha garip bir anlayış olamaz!
Zira akademisyen o sahanın metodolojisini almış olduğundan neyi nasıl değerlendirmesi gerektiğini en iyi bilendir.
“Seng-i tan-ı cühela hep ulemaya dokunur”, dizesi gereği cahillere cevap vermeye değmez.
Buna karşılık kitaplarımıza bugüne kadar ciddi hiçbir bilim adamından tenkit gelmemiş olması elbette önemlidir. Yorumlarımıza karşı çıkan bizim fikirlerimize katılmayan olacaktır. Bu son derece tabiidir. Bu anlayış ilmin de gelişmesine yol açar.
Ancak Osmanlıyı seviyor, övüyor tarzı yaklaşımlar basit, sığ̆ ve ucuz değerlendirmelerdir.
Zira övülecek olan övülür, yerilecek olan yerilir. Maksat doğrudan ve haktan ayrılmamaktır.

Şanlı tarih ve Kayı serisi

Serinin Kayı 1’den Kayı 4’e kadar olan bölümünde Söğüt ve Domaniç’ten ibaret bir beyliğin 16 milyon kilometrekareyi aşan haşmetli yürüyüşünü neye borçlu olduğu anlaşılacaktır. Milletlerin gönülleri nasıl kazanılır öğrenilecektir. Bizi biz yapan değerler kavranacak azmin, ilmin, tefekkürün tesirine şahit olunacaktır.
Kayı 5-8 arasında genel olarak dünyada tek süper güç olmanın tehlikesi ve içine kapanmanın zararları anlaşılacaktır. İç çekişmelerin sebep olduğu felaketler fazlasıyla görülecektir. Buna rağmen böyle devirleri atlatmak kolaydır. Zira bünye sağlam olduğu için hastalığınızı anladığınızda hangi adımları atacağınızı bilmekte, gücünüzü tanımakta, tedbirleri almakta ve yeniden eski haşmetli günlere dönebilmektesiniz. IV. Murad, Köprülüler ve I. Mahmud Han devirleri bunlara en güzel misal teşkil etmiştir. Diğer taraftan aynı dönemlerde vuku bulan darbelerin bir ülke için ağır yıkımları da görülecektir.
Kayı 9-11 arasında ise insanda olduğu gibi devlet siyasetinde de yanlış teşhisin ağır ve öldürücü zararlarına şahit olunacaktır.
Büyük devletler uçak gemisi gibidir. Manevra alanı geniş olacağı için dönüşü uzun süre fark edilemez. Uygulanan politikaların etkileri ancak uzun bir zaman geçtiğinde anlaşılır. Bazen çözüm için çok geç olabilir. Nitekim Tanzimat döneminin ağır faturası da 40 sene sonunda belli olmuştu. Buna direnen II. Abdülhamid Han, uzun bir uğraş neticesinde devleti yeniden etkili bir noktaya getirmişse de kalıcı kılması mümkün olmayacaktı. Zira açtığı yüzlerce okulda eğitim alan gençler artık hanedan ve padişah düşmanlığı ile yetişiyordu. O mekteplerde yetişen gençler kısa bir süre içerisinde imparatorluğun mezarını kazacaklardı. Ordu içine siyaset girmesinin vahim neticeleri ortaya çıkacaktı.
Kapitalist Avrupalı güçler bu muhteşem imparatorluğu silah kuvvetiyle yıkamayacaklarını anlayınca onu içinden vurup kendi evlatlarına yıktırmanın yollarını aramışlar ve bunda başarılı da olmuşlardı. Zira o yüce çınar yıkıldığında görülen manzara içinin neredeyse bütünüyle çürümüşlüğü idi.
15 Temmuz işgal girişimine maruz kalan Türk milleti artık bu büyük oyunun tam farkında olmalıdır.
Cuma Divanı’nda önümüzdeki haftalarda ele alacağım bazı şahsiyetleri okuduğunuzda bu durumu yakinen anlayacaksınız!
Bu vesile ile Kayı serisinin (11 kitap) basımı ve dağıtımını titizlikle ve gayretle yürüten Timaş Yayın Grubu’na ve ilgililerine müteşekkirim. Osmanlı tarihini doğru olarak anlatan ve gençlerimize iman ve vatan aşkı kazandıran, tarih şuuru veren Kayı serisi inşallah ilelebet gençlerimizin, nesillerimizin istifade ettiği bir eser olur.
Zira Batılıların iki asırdır sürdürdükleri yıkıcı projeler ancak diline, dinine ve tarihine bağlı olmakla aşılabilir. Bu değerlerine bağlı bir milleti yok etmenin imkân ve ihtimali bulunmamaktadır.
Ecdadımızın şanı ve şerefi işe ma’ruf-ı cihandır. Nitekim 1565’te Mısır’da vefat eden meşhur âlim İmam-ı Şarânî hazretleri, Osmanlı sultanlarının dine bağlılığını ve adaletlerini överek, “Bugün dinin koruyucusu ve İslamiyet’in yüzünü ak eden ancak Osmanoğulları ve onların askerleridir” demiştir.
Büyük âlim Abdülgani Nablusî hazretleri (v. 1640) ise “Yeryüzünü salih kullarıma miras bırakırım” mealindeki âyet-i kerimesinin (Enbiyâ: 105) Osmanlı Sultanlarını övdüğünü ve onları işaret ettiğini belirtmiştir.
Dolayısıyla bu muazzam tarihimizin bilinmesi, anlaşılması ve hakkıyla değerinin verilmesi dileğiyle Kayı serisini bütün okurlarıma özellikle tavsiye ederim…

TEFEKKÜR

Ehl-i ilm oğlu olup medrese-i âlemde
Câhil olmaktan ise doğmadan ölmek yeğdir

Hakkında Editör

Taraf olmayan, habercilik yapan Ekonet Haber, bağımsız özgür, tarafsız habercilik ilkesini benimsemiş olup, hakkın ve haklının yanında yer almayı ilke edinmiştir.

Göz Atmak İster misiniz?

Haydi 20-21 Nisan’da kafe ve restoranlara boykota

Restoran ve kafelerdeki fiyatların fahiş oranda artmasına tepki yağıyor. Sosyal medyada dile getirilen tepkiler dalga …

Bir yanıt yazın